Küçücükken nasıl olacağımı uzun uzun hayal ettiğim yaşlara geldim, 34 oldum dün.
Bu sene Pazar tatiline denk gelen doğduğum günün kutlamasını yaşarken sahip olduğum en kıymetli hazinem bir avuç dostum sayesinde bir gece öncesinden kutladık, hayatta olduğumuz ve bir arada olduğumuz için şükür ettik,birbirimize teşekkür ettik. Güldük, kadeh tokuşturduk, birbirimizin yemeklerinde tırıkladık, canlı müziğe eşlik ettik, mum üfledik ve sağlık,bolluk diledik, hayal kurduk ve yüzlerce fotoğraf çektik ki o mutlu anlarımızı görerek hatırlayalım…
Tüm kronik hastalıklarımıza, yoğun iş hayatlarımıza, yorgun bedenlerimize rağmen coşkuyla kutladık hayatta ve ayakta oluşumuzu…
Ertesi sabah, doğum günü çocuğu olarak rutinlerimden çıktım, sabah sporu yapmak yerine ailemle kahvaltı yaptım uzun uzun. Bir posta da onlarla güldük, olsun dedik dertler, borçlar dursun bir kenarda iyi ki doğmuşuz be!
Sonra akşam oldu, hafif bir rüzgar ve düşen hava sıcaklığını takiben BOM!
Alevler,çığlıklar, kopan insan parçaları, hep bildiğimiz hep yürüdüğümüz, büyüdüğümüz cadde bir savaş alanı… Doğduğum gün kendi tarihime de, ülkemin tarihine de kara bir leke olarak düştü. Acaba dedim kaç kişinin gülüşü yarım kaldı suratında? Kaç canımız sevgilisiyle konuşurken, kaç canımız ertesi güne program yaparken,kaçımız doğum gününü kutlarken bir anda, aniden, yok oldu…..Ve daha kaçımız nerede,ne zaman, ne şekilde yok olacağının endişesini yaşıyor?
Bir süredir blogumun da var olma amacı olan insan kaynakları üzerine bir şeyler yazmayı planlıyordum, hatta ufak ufak kaleme de almıştım. Ancak kusura bakmayın, bugün içimden de elimden de dökülebilenler bu kadar. Bir de dökülemeyen ve içime küüt diye oturan kısımlar var ki nasıl ifade edilir bilemiyorum…